CANGO’NUN SABAHI

Bir buçuk aydır yoğun bakımda tuttuğumuz minik kedi Cango henüz iki aylık bile değil. Kısacık ömründe bir gün rahat etmedi. Sürekli aşırı ateş, sindirim sisteminde bozukluk, ama hepsinden kötüsü hareketlerini kontrol edememesi… Hala düzgün yürüyemiyor, yemek yiyemiyor, su içemiyor. Elimizle özel bebek kedi maması ile besleyip su içiriyoruz, tuvaletini yaptırıyoruz. Aç olduğunu kendisi anlamadığı için yemek yedirirken de çırpınıp kurtulmaya çalışıyor.

İlk defa “anlamlı” bir hareket yaptığında (yerdeki birşeyi görmüş, ona doğru yürüyüp patilemişti) evde bayram havası yaşandı. Veterinerin vurduğu iğnelerle biraz aklı başına gelmeye başlamış, birkaç adımda bir durup kollarını çılgın gibi sallaması ve yuvarlanmasını saymazsanız yürümeye başlamıştı. Hatta tabağına gidip yemeğe-suya ağzını daldırıyordu, kafasını kaldırdığında ağzındakiler geri dökülse bile.

Ama yine de arasıra kriz geçiriyor ve ne olursa olsun ateşi hiç düşmüyordu. Ateşten dolayı vücudunun her yerinde yaralar çıkıp tüyleri dökülmüş olsa da ona aynı ilgiyi ve sevgiyi göstermeye devam ettik. Evdeki diğer kedilerimiz ise ona arkadaşlık ediyor ve hasta olduğu için fazla üstüne gitmiyorlardı.

Geçen gün onu salonun ortasında kusmuş ve hacim olarak yarıya inmiş bir şekilde bulduğumda çok bitkindi. Sepetine koyup dinlenmesini sağladım. Baygın şekilde uzun süre yattı. Sonra komaya girdi. Sinir sistemi tamamen iflas etmiş vaziyette, sadece kalbi atıyor ve anormal hızlı nefes alıp veriyordu. Açık duran gözlerini de kırpmıyor, tamamen tepkisiz ve kıpırtısız yatıyordu. Bu şekilde saatler geçti. Ağzından salyası akmış, gözleri donuklaşmıştı. Dokunduğumda bir an için ‘ateşi düşmüş’ dedim ama sonra aslında soğuyup katılaşmaya başladığını anladım.

Daha önce de hasta kedilerin ölümüne şahit olmuştum. Bu maalesef hemen olup biten birşey değil ve canın çıkması saatlerce sürebiliyor. Ağzına damlalıkla su damlatmaktan başka elimizden birşey gelmiyordu. Ve ben onun tıpkı havası kaçan bir balon gibi gitgide küçülmesini ve küçük çırpınmalarla nihayet ölmesini görmek istemediğim için ve vakit de geç olduğu için gidip yattım. Sabah olduğunda kendi üzüntümün yanında annemin de üzüntüsüne çare bulmam gerekiyordu. Çünkü kediyle asıl o ilgilenip, günler ve gecelerce dinlenmeden bakımını yapıyordu ve onu şüphesiz hepimizden çok seviyordu.

Sabah kalktığımda Cango’nun Apalak ile koridorda koşmaca oynadığını gördüm. Dün gece komaya giren, soğuyup katılaşan o değilmiş gibi (yine kollarını çılgın gibi sallayarak ve birkaç adımda bir yere yuvarlanarak gitmesine ve yüksek ateşten cayır cayır yanmasına rağmen) hayattaydı ve tüyleri dökülmüş yaralı zayıf suratının içindeki iki üzüm tanesi gibi duran gözlerinde iflah olmaz bir ümitle hayata bakıyordu.

Sevgili Cango, saydığım kadarıyla beş canın kaldı. Ama daha iki aylıksın. Ne olur iyileş artık. Seni çok seviyoruz.

29.08.2007
Mustafa Soner Acar

YÜZÜK

Yürüdün, yürüdün,
Geldin kapının eşiğine.
Kapıdan geçmedi yüzüğün.
Yine de çıkarmadın yüzüğünü,
Bana çevirdin yüzünü.
Sevdin yine.
Yanımda kaldın.

Çıkardın yüzüğünü.
Ben bakarken arkandan,
Aştın eşikten;
Ardına bakmadan.
Sımsıkı tuttun elinde,
Atamadın yüzüğü
Yere.

Yüzüğünü yere attın.
Gelip başında bekledim.
Onu yerden alamazdım.
Bana seni hatırlatmasına
Dayanamazdım…

Yüzüğü aldım yerden.
Hiçbirşey kalmadı ki,
Yüzükten başka
Senden.

Belki bir hataydı seni sevmem.
Belki de ben senin için hataydım.
Yüzüğü saklamam hata mı sence?
Sen çıkarıp attın diye,
Ben de mi ataydım?

Mustafa Soner Acar
16.12.1998

YOLCULUK

Peronların arasında koşuşturup duran bu insanların görüntüsüne o kadar aşinayım ki… Sanki hepsini tanıyorum, çoğunu daha önce görmüşümdür muhakkak. Ben de buraya çok geldim çünkü, herkes gibi. Taksiden inenler, önceden ayırttığı bileti alanlar, bavulunun üzerinde oturup bekleyenler…

Ben de bekliyorum. Taksilerin geliş istikametine doğru bakarak, sık sık saati kontrol ederek, telefonumla oynayarak; belli etmemeye çalıştığım telaşımı sağa sola savurarak bekliyorum.

Derken omzuma dokunuyor. İçlerinden hiçbirini tanımadığım, ama hepsine aşina olduğum bu anlamsız kalabalığın içinde, benim için anlamı olan biri. Diğer taraftan gelip arkamdan yaklaşmış ve omzuma dokunuyor. Dönüp elini tutuyorum. Sol kolunda kırmızı bir çanta, elinde ağzı bağlı bir poşet, boynunda yine aynı boncuklu kolye ve o an için hiçbir şey söyleyemeyecek kadar tutuk ve heyecanlı bir yüzle karşımda duruyor.

Yazıhanenin içinden geçip otobüslerin yanına gidiyoruz. Neden sonra sarılmak aklımıza geliyor. Yanağımı öpüyor, sonra utanıyoruz kalabalıktan. Kırmızı çantayı ve açılan ağzını tekrar bağladığımız poşeti bagaja verdikten sonra yazıhanenin duvarı önünde durup konuşuyoruz.

İşyerinde neler olduğunu anlatıyor bana, arkadaşlarına nasıl benden bahsettiğini anlatıyor. Sigara içiyor bir yandan. Ben de ona bir şeyler anlatıyorum. Konuşuyoruz, ama gözlerimizi hiç birbirimizden ayırmadan. Sonra gizlenmek isteyen bir buğu farkediyorum gözbebeğimin üzerinde. “Ağlıyor musun?” diyor bana. “Deli,” diyorum, “sigaradan oldu.” Çok gülüyor buna, ben de gülüyorum.

Avuçlarımın arasında ısınıyor elleri, ben şimdi bu elleri nasıl bırakacağım, bilemiyorum. Konuşurken yavaşça yüzüğünü çıkarıyorum parmağından, anlıyor. “Sende kalsın” diyor. Ben de ona künyemi veriyorum. “Bu ayrılığı mı anlatır?” diyor, üzülüyor yine durup dururken. Yanağıma dokunuyor.

Dudaklarım “gitme” diyebilmek için aralanıyor, ama gitmek zorunda. Onu üzmek istemiyorum. Beni özleyeceğine söz veriyor. Gözlerindeki sevgiden kuvvet bulmaya çalışıyorum. Sevgi, içlerinde sevgi olduğu o kadar açık ki… Genç bir adamın hayatta görebileceği en güzel şey olmalı, ona bakan sevgi dolu kahverengi gözler. Güven, emniyet, huzur ve mutluluk bir yanda; diğer yanda ise iyice kuvvetlenen serin bir rüzgar, içinde akşam ışıklarının oynaştığı bir çift kahverengi göz ve artık motorunu çalıştırıp harekete hazırlanan bir otobüs var.

Bir kez daha sarılıyoruz, ve otobüse biniyor. Cam kenarındaki yerine yerleşip ellerini cama dayayarak bana bakıyor. Otobüsün hareket etmesine dakikalar var daha. Birbirimize işaretlerle bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz, bir sürü önemsiz şey. Asıl önemli olanların ise anlatılmaya ihtiyacı yok: Onu ne kadar özleyeceğimi, her gün onu düşüneceğimi ve her gece uykumdan birkaç saati ona feda edeceğimi nasıl olsa biliyor. Ben de biliyorum.

Ellerini camdan çekiyor. Camda kalan parmak izleri ve nefesinin buharı ardında gözlerinde duran, benim gözlerimdekiyle aynı buğu; ve o kendine bakmadan bana “ağlama” diyor. Gülümsüyorum. Künyemi gösteriyor bana, ben de onun yüzüğünü gösteriyorum. Bunlar ayrılığı anlatmıyor aslında, kavuşmayı anlatıyor. Bir gün dönüp gelecek; o zaman künyemi geri alıp ona yüzüğünü vereceğim. İşte bu, onun geri döneceğinin teminatı ve benim yegane tesellim.

Dakikalar geçtikçe hava kararıyor, rüzgar kuvvetleniyor ve ben otobüsün yanında onun gitmesini beklerken; sanki ne kadar çabuk giderse o kadar çabuk dönecekmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Nihayet otobüs yavaş yavaş geri giderek perondan ayrılıyor. Hararetle el sallıyor bana. Ben el sallamayı sevmiyorum, ama yine de sallıyorum işte. Otobüs manevra yapıp diğer tarafa dönerken; onun oturduğu yerden kalktığını, son bir kez beni görmek ve el sallamak için çabaladığını görüyorum. İyice gözden kaybolana kadar, gözlerimi kırpmadan ısrarla arkasından bakıyorum uzaklaşan otobüsün.

Neden sonra başımı çevirdiğimde etrafımda yine aynı kalabalık var. Ama bu defa yüzlerine bakmıyorum. Genç adamın bu ilk ayrılığına, bir çift gözde sevgiyi gördüğü bu serin akşama ve gözbebeklerinin üzerindeki gizlenmek isteyen buğuya şahit olanların arasından kaçarcasına uzaklaşıp yazıhaneden çıkıyorum.

Metroya yaklaşırken adımlarım yavaşlıyor. Bu akşam eve gitmek için acelem yok.

Mustafa Soner Acar
08.08.2003

YENİ BAŞLANGIÇLAR

-Bir Günün Gerçek Hikayesi-

Saat: 05.30

Güneşin doğuşunu seyrettim bu sabah,
Uykulu gözler ve mutlu bir yüz ile.
Yeni başlangıçları hatırlatıyor insana,
Gündoğumu ne güzel geldi gözüme!
Günbatımı ise hüzünlüdür biraz,
Ve ben, bayılırım hüzüne.

Saat: 15.10

Hoş bir kızla karşılaştım bugün.
Ortaköy’de gezip gözleme yemek,
Ancak bu kadar keyifli olabilir.
Ve ne güzel hayatı yeniden sevmek!
Güneşin doğarken hatırlattığı,
Yeni başlangıç bu olsa gerek.

Saat: 21.15

İşte günbatımı ve işte hüzün!
Evet, aslında bayağı sevdim seni,
Ama ne kadar masum olsa da yüzün,
Kolay mı öyle birden aşık olmak?
Belki bugün olmadı ama güneş doğdukça,
Yeni başlangıçlar da olacak.

Mustafa Soner Acar
12.06.1998

YAPAMAM

Hala cebimde resmin,
Yırtamam.
Ve kulağımda sesin,
Unutamam.

Yatak boş, gecenin bir’i,
Yatamam.
Gözüme hayalin girdi,
Atamam.

Adını kazıdım duvara,
Silemem.
Seviyor muyum hala?
Bilemem…

İhanet; kararıma, lafıma,
Edemem.
Çarpıp çıktığım kapıya,
Gidemem.

Bir daha aynı acıya,
Dayanamam.
Tekrar dalarsam uykuya,
Uyanamam.

Bağırırım, acımı içime,
Gömemem.
Sorma! “Nasıl”a “niçin”e,
Gelemem.

Mum gibi eriye eriye,
Dönsem bir kemik bir deriye,
Çağırma, asla geriye
Dönemem.

Mustafa Soner Acar
20.06.1998

YALANCI

Numara yapma karşımda!
Yine “sevmiyor” çıktı,
Şu papatya kadar olsun
Canın acımadı.

Mustafa Soner Acar
28.11.1998

YAĞMUR

Islak avuçlarımdan anladım yenildiğimi.
Yorgun ayaklarım söyledi bana,
Beni beklemediğini.

Mustafa Soner Acar
24.10.2000

UMUTSUZ AŞKLAR DESTANI

Sevdiği Serhat’ın kâlbini kırmış,
Yüzüne hiç bakmaz olmuş, banane?
Serhat’ın gönlünde dağlar yıkılmış,
Akan sular akmaz olmuş, banane?

Artık selvi boyu mu kalmaz yârin, kara kaşı mı?
Bunları anlatıp ağrıtacaksın başımı.
Aslında incitmek istemem arkadaşımı,
Ama sırılsıklam âşık olmuşsan banane?

Serhat onbeşinde bir delikanlı…
Çarpıyor kalbi Ayşe’den yanlı.
Bana dert yanan bu kırık gönlü,
Ben mi avutacağım, banane?

Sonay onaltıncı yaşa getirdi kışı,
Camdan cama uzanıverdi bakışı,
Kâr etmedi telefondaki yakarışı,
Derdine kendisi yansın, banane?

O cadıyı severken onyediye geldi yaş,
Serhat’ın gözünden de kanlı geldi yaş.
O önde sen peşinde koş, dağları aş!
Yakalamışsın, yakalayamamışsın, banane?

Cadıdan sonra sevdin bir de Melek’i,
Ağlattığı için suçlama sakın feleği.
Karasevda denen alevli gömleği,
İstediğin kadar giy-çıkar, banane?

Mustafa derler bana, kıymetlidir nazarım.
Aşıkları hoşgörür, ahlaksıza kızarım.
Neden arkadaşımın aşkına şiir yazarım?
Keyif benim, yazarım yazmam, sanane?

Mustafa Soner Acar
08.05.1998

SÜT ÇOCUĞU

– Vefa Lisesi 1998 Mezunları Yıllığı için –

Ne iştir, hiç okuldan kaçamam,
Ne yapsam da size benzeyemedim.
Buna rağmen tek dersten geçemem,
Ne yapsam da size benzeyemedim.

Benim yüzüm ak, alnım açık:
Sene boyunca devamsızlık birbuçuk.
Derse geç kalsam dudağımda uçuk,
Ne yapsam da size benzeyemedim.

Havalar ısınmış, gelmişiz bahara.
Bulabilirsen okulda bir adam ara.
Bense bekçilik yaparım bu dört duvara,
Ne yapsam da size benzeyemedim.

Buldu mu bizimkiler bir sinema parası,
Kaybolurlar ortadan kaşla göz arası.
Ben kalırım kaçmayıp, okulun yüz karası,
Ne yapsam da size benzeyemedim.

Mustafa der ki, kaçacaksa bir kişi,
Çaktırmadan usulca yürütsün fişi.
Bana bakmayın, ben yapamam bu işi,
Ne yapsam da size benzeyemedim.

Mustafa Soner Acar
24.04.1998

SÖZ

Hatırlamıyorum, ne vakit sözünü tuttun…
Neydi her seferinde inandıran şey beni?
“Seni seviyorum”larını bende unuttun.
Şimdi ona ne verebilirsin ki?

Mustafa Soner Acar
16.11.2001