NE ZAMAN

Gitmek üzere kalktılar. Dış kapıya inen, tahtadan yapılmış ve oldukça dik bir merdiven vardı, delikanlı apar topar aştı basamakları. Yukarı baktı ve kızın inmesini bekledi: Kız ellerini saçına götürmüş, hafif adımlarla ona yaklaşırken delikanlının yüzüne bakıp gülümsedi. Öylece durup onu seyrederken, sık sık içinde duyduğu bir soru geçti delikanlının aklından: “Biz ne zaman evleneceğiz?”

Tanışalı yıllar olmuştu; on yıl galiba, belki de onbir! Tabii her zaman böyle yakın değillerdi, fakat özellikle okul bittikten sonra birbirlerinin kıymetini anlamış, dostluklarının ne kadar önemli ve ne kadar güzel olduğunu farketmişlerdi. Herşeylerini böyle içten paylaştıkları başka kimseleri yoktu ki! Bir hüzün anında; bir kelime, bir bakış, veya sadece dostunun varlığını hatırlamak huzuru getirir; bazan iki hafta telefonda bile görüşmez, ama ihtiyacı olduğunda veya çağırdığında diğerinin yanına koşacağını bilirlerdi.

Zaman zaman kızın sevdiği birileri olur, ona anlatırdı. Delikanlı da değişik zamanlarda değişik kişilere tutulmuştu. Fakat dostu için “Ona hiç aşık olmadım” dediği halde, başkalarını severken bile hep evlenmek istediği insan O’ydu. Kız da bunu biliyordu elbette; kaç kere konuşulmuş, kaç kere teklif edilmişti; ama ne kız bu tekliflere darılmış, ne de delikanlı reddedildiği için üzülmüştü, ikisi de buna alışıktı. Kız delikanlıyı çok seviyordu; o, onun dostuydu…

Kız, tahtadan yapılmış dik merdivenin teker teker gıcırdayan basamaklarını bitirip yanına geldiğinde “Merdivenden inerken,” dedi, “sanki biz evleniyormuşuz gibi geldi; sen damatsın ve beni bekliyorsun, ben de gelinlikle aşağı iniyorum.” Delikanlının gönlünden taştı ve kendini tutamayıp kıza sarıldı. Kız devam etti: “Yüzün öyle aydınlıktı ki…” Delikanlı ise gözlerini kapatıp bir kez daha aynı soruyu sordu kendi kendine: “Biz ne zaman evleneceğiz?”

Mustafa Soner Acar
30.07.2002